Haziran 29, 2010

Babalık zor iş hakkat

İlk ne zaman ya da kim bana sordu hatırlamıyorum ama cevabım hiç değişmedi.

XYZ : Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?
Bendeniz: Babamı!

Annem de bilirdi her zaman babamı ilk sıraya koyduğumu. Gücenmezdi hiç.
"Kız çocuğu babaya düşkün olur" der, geçiştirir.

Herkes gibi şahsına münhasırdır bnm babam. Bnm için süper babadır o. Tamam, biliyoruz, herkesin babası özeldir, süperdir fln ama benimki daha özel ve süperdir. Hepinizin babasını da döver hatta, heh:)

Filmlerde görürüz ya, şefkatli baba hastalanmış çocuğuna ayrı bir ihtimamla yaklaşır. Bizimki öyle değil anacım, direk saydırıyor:

"Neden hasta oldun, kaç kez söyledim sana iyi giyin, havalar sakat diye, zibidi gibi çıkıyorsun sokağa..."
"Tamam be adam, bi rahat ver!"

Hasta oldum, ruhumu teslim edicem öksürüp tıksırarak, üstüne bir de azar işitiyorum, sanki yatak döşek yatmak en büyük hobimmiş gibi! Ama biliyorum ki bana birşey oldu, olacak diye içi hop ediyor, canım yaa...

Nası arkadaşına bağır, çemkirirsin vs. biz de arkadaş gibiyiz, argo konuşuruz aramızda, duysan dibin düşer, inanmazsın, o kadar:) Saygı yok mu, heralde var, olmazsa olmazımız o.

Ben 9-10 yaşlarındayım, bir akşamüzeri süpermarkete gittik. Ellerimiz torba dolu, karşıya geçmek için ışığın değişmesini bekliyoruz. Yeşil yandı, yola atladım. Trafik ışıklarında yeşilin son saniyesine, hatta sarıya yetişip hızını düşürmeyen, "geçerim ki bu ışıkta ben" diyen araçlardan birisi tam önümde "gırçççç" sesi çıkartarak durmayı başardı. Olayı idrak edemedim desem yeridir, farların önündeki tavşan gibi kalakaldım. Bayılayazdım:p Babam elindeki cola şişelerinin olduğu torbayla arabanın kaputa vurup, adama bir güzel bağırdı. Bu sefer de adam tavşan oldu:) Etraftan da o potansiyel katile "cık cık" ettiler, eve gittik fln.

O seferde bana hiç kızmadı "salak sağına soluna baksana, ezilip gidicen diye" Ama nasıl hoşuma gitti o durum, yani dünya üstüme gelse o dakika o beni korurdu, hala da güveniyorum o zırha:)
Gerçi sadece baba değil, bir aileye sahip olmak muhteşem birşey. Tüm kapılar yüzüne kapansa, tüm dünya seni dışlasa, işinden kovulsan, hayatının aşkı tarafından terkedilsen vs. gene de onların orada olduğunu bilmek harika birşey. Zaman geliyor bağırıyorsun, isyan ediyorsun, kavga ediyorsun da ufak bir sözle fln da gönüllerini alıyorsun ya, çok süper bir olay. Gerçek anlamda küsemiyorlar lan hiç:)

Babalık mesleğinin başka bir tarafı da var, ölene kadar hatta ölümden sonra bile sorumluluk taşımak. Hani "ben öldüm, artık çalışmak, yarını düşünmek yok, faturalar, tamir edilmesi gerekenler, sorun üstüne sorun yok" diye bırakamıyorsun da kendini. Öldükten sonra geride bıraktıklarının hayatlarını bir nebze de olsa güvence altına almak gibi bir sorumluluk da var. Ben asla bu yükü kaldıramazdım sanırım, karanlık bir mağaraya ileride ışık görebileceğin umuduyla fenersiz dalmak gibi birşey. Evet, sonda ışık olabilir. Ama olmayadabilir! Sürekli çalış, ev ekonomisi yap, hepsi gelecek için. Ürkütücü geliyor. Ama aynı zamanda acı da, çünkü tüm emeklerine rağmen takdir bile edilmediğin zamanlar da oluyor ya çıldırmadığına şaşmamak gerek. Ben çalıştığım yerlerde supervisor'ımdan övgü beklemişimdir hep, yapılmadığı zaman "fark yaratamıyorum ben burada, varlığımla yokluğum bir" gibisinden triplere girdiğim de olmuştur. Bedava çalışmıyorsun tabi, tıkır tıkır alıyorsun maaşını da, ee insan arada pohpohlanmak ve emeğinin takdir edilmesini bekliyor.

Yaş ilerledikçe sana verilenler o taş kafana dank ediyor birer birer ya, "oldum ben artık" diyorsun o an. İnsan kendini baba/anne olmaya fln ne zaman hazır hissediyor acaba, birileri kulağına mı fısıldıyor, rüyanda mı görüyorsun nedir? 

Sonuç: "Babalar süperdir genelde, öpün başınıza koyun, değerlerini kaybettikten sonra anlamayın" sosyal içerikli mesajla noktayı koyuyorum.

Haziran 24, 2010

Fırsatlar, kötü kadın kahkahaları eşliğinde beni terkediyor birer birer ve hiçbir şey yapamıyorum...

Bugüne kadar hemen hemen hiçbir şeyde pek geç kalmamışımdır, hepsinin bir telafisi mutlaka vardı. 24 yıllık yaşantımın çoğunun okulla haşır neşir olduğu varsayımıyla düşündüğümde neler olabilirdi bunlar? Ödev, proje, staj başvurusu ve daha bir sürü yaşamsal meşgale...

Bir kez, sadece bir kez olsun bir şeyleri akışına bırakmak istedim, tembelliğin tadını ben de çıkartayım istedim mezun olmadan ve şimdiki noktaya kadar geldim. Ne yap(ma)tım? Haziran 2009'da teslim etmem gereken mezuniyet projesini vermedim, nasıl olsa yaz sonuna bitirirdim ben onu, evime döneydim de önce bir. Yaz bitti, teze başlamamıştım bile. İşe girdim, çalışmaya başladım, akşamları oturur şu salak makaleleri okuyup özetlerini çıkarırım diye planladım. İnsanlıktan çıkmış bir halde eve gelmek yeterince bezdiriciydi, üzerine makale çekemezdim. İşi bırakıp gündüzleri boşalttım, artık yorulmuyordum ancak o feci bitap günlerden sonra rehavet bir çöktü, pir çöktü, isteksizlik diz boyu. Tam bu sırada hayatıma biri girdi, tüm dikkatim ona yöneldi, zaten bahane arıyordum. Ha, onun dikkati sadece, benim nefes alan bir bağyan olmam üzerineymiş, sonradan anladım. Ayları öfke, moral bozukluğu, yalnızlığın ilk kez beni rahatsız etmesi ve hayal kırıklığı ile geçirdim, elimdeki müsvedde tez parçası ile okula gidebildim sonunda-kaçtım demek daha doğru olur sanırım, şehir değiştirmem gerekiyordu, okula sığındım resmen. Aylarca mı insan düzeltmeler arasında harcanır yaa? Boş rektörlükte cakcak laflayıp sabahtan akşama kadar türk kahvesi içen asap bozucu tipleri hergün inadına ziyaret etmeme rağmen 2 haftada ancak alabildim diplomamı(milletin finalleri yeni başlamıştı o zamanlar).

Amerika planım için tüm kapılar nerdeyse suratıma kapanmak üzere çünkü mezuniyetin üzerinden resmi olarak 1 yıl geçmiş gözükmekte-diplomayı yeni almama rağmen- ve programlara başvurularım, reddedilmek ve en altta yer almak seçenekleri arasında sıkışıp kalmış durumda. Yaz sonundan önce de bi bok olacağı yok, konuştuğum danışman kişisi kibarcasını söyledi işte. Zaman parmaklarımın arasından akıyor, bunu görmek ve birşey yapamamak beni çıldırtıyor.

Böyle işte durumlar... Bir kez olsun control freak olmasam da etrafımızdaki hani o yayık ağızlı piç kuruları gibi "yea baba yaaa, rahat olcan, qool olcan, hayat kasmaya değmez ki, zuhahaaa" düşüncesiyle davranayım dedim, herşeyi bok ettim, toplayamıyorum şimdi de. 24 yaşında sıfır hanesinde olan kariyerimin sıfırın altına inmeye başladığına tanık oluyorum, kırık cam parçalarıyla dolu bir halıda yürüyorum sanki.

Hani iş görüşmelerinde sorarlar ya "5 yıl içinde/sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?" diye, düşünüyorum, "yok" diyorum kendi kendime, "bi bok olacağı yok benden". İnsanın şimdiden kendini bir yerde göremeyecek olması mı büyük bir kahroluş, yoksa yıllarca çalışıp didindikten sonra "e hani bunun mükafatı, yıllardır bir hiçliğe mi ulaşmaya çalışıyordum" düşüncesinin kafama dank etmesi mi?

Çok değil, bundan sadece 6 ay sonra nerede olacağım ve çalışıyor olacağım ile ilgili ne olacağını bir küreden görebilmek için ruhumu şeytana satabilirim. Bu belirsizlik beni öldürüyor, ruhumu karanlığa hapsediyor, yaşam enerjimi yok ediyor.

"İyi düşün, iyi olsun"cu kitlenin suratına bir tokat aşketmek arzusuyla yanıp tutuşuyorum, kendimden başka herşeye sinirliyim, öfkemi kendime yöneltmek en tehlikelisi gibi duruyor. Neyse yatarım birazdan, unuturum birkaç saatliğine, kalktığımda endişe etmeye yeniden başlarım. Görüşmek üzere. Az stresli günler!!