Mayıs 27, 2011

"Gişe Memuru" ve "Incendies"

Asla düşük bütçeli, bağımsız ve durum psikolojisi üzerine yoğunlaşmış Türk filmlerini göz ucuyla izleyip -sırf izlemiş olmak için hem de- "I-ıh, olmamış bu" diye çemkirmeye hazır güruhtan olmadım. Bizden hikayelerdi sonuçta. Hiç mi insanın içinden sahiplenmek gelmezdi ki?! Gişe Memuru'na da pek büyük beklentiyle girdiğimden midir nedir (bknz:Antalya Film Fest. En İyi Film), nasıl desem, kesmedi be hocam! Yani müzikler güzeldi, oyunculuklar da. Konu basitti. Ama öyle birşeydi ki film 3.5 saat sürse ben gene koltukta kalır izlemeye devam ederdim. Hikaye mi uzadı, ben mi sıkıldım, baş karakterin derin ve sıkıntılı iç çekişlerinden birşey mi kaptım, net olamıyorum. Sevmedim ama nefret de etmedim. Kes.

Gişe Memuru'ndan çıktıktan sonra Incendies adlı yabancı dalda Oscar adaylığı kapmış bir filmi izledim. İlk filmden çıktıktan 15 dk. sonra başlayacaktı bu ve ben kesin mala bağlarım diye düşündüm. Filmin başında çubuk krakerimin üzerindeki tuzları dişleyip ağır ağır krakeri mideye indirirken az daha kendimi haklı çıkardığım için sevinecektim ama film de benim çıbık krakerimi bitirmemi bekliyormuş gibiydi. Film ivmelendi, belimin değil kabaetlerimin üzerinde oturuyordum artık. Ve sonra dikkatim neredeyse hiç bölünmeden o inanılmaz hikayeye bağlandım. Savaşın o kadar uzağındayım ki ancak filmlerde gördüğüm için kendimi şanslı addettim. "Savaş, hmm, nasıl oluyormuş, ben hiç bilmem ki savaş nedir, bakalım zavallı insanlar savaşta neler yaşıyorlarmış" psikolojisine girdim. Ve müthiş bir final. Oturup keyif ve inceden şokla yazıların akmasını izledim. Boşa gitmediğine sevindiğim bir vakit oldu. Bilet desem zaten Yeşilçam'da her daim ucuz bilet. Orda izlediğim her filmle birşeyler öğrendim dünyayla ilgili. Bilinmeyenin insana verdiği tedirginlik ve sonrasında duyulan tatmin ve mutluluk hissi. Bilgi küpüm az daha doldu sevinci. Öyle bir Pollyannacılık işte...

Sonrasında her Beyoğlu'na çıktığımda yaptığım gibi bir cafeye oturup az kitap okuma, az yeme-içme, ve çoğunlukla da insanları izleme keyfiyle vakit harcadım. Ara Cafe'ye ne zmn gitsem tatlı yiyorum, bugün alıcı gözüyle yemeklere de bakayım dedim mönüyü incelerken, az tuzlu geldi, fazla aç değildim, kahve-tatlı sipariş ettim. Zaten 2 porsiyon büyüklüğünde geliyor tatlı, bitirdikten sonra Sarıyer'e kadar koşsan gene eritemezsin yediklerini;))
En büyük zevklerimden birisi, bu arada, vanilyalı dondurma yerken kahve içmek. Biliyorum dişlerimi mahvedecek bişey ama güzel olup zararlı olmayan birşey yok. Muazzam birşey azizim, beni benden alıyor. Hayat birkaç dakika pembeleşiyor. Napçan işte. Herkesin sığınağı farklı.

Mayıs 17, 2011

Uzun süren durağanlıktan sonra birşeylerin olması kaçınılmazdı artık.

Kahramanımızın 1TB'lık harddiski mortoyu çekti ya da cartladı ya da geberdi. İçinde üniversite ve sonrası ile ilgili herşeyimi barındıran bu teknoloji harikasının bozulmasıyla en favori filmlerim, daha izlemeye fırsat bulamadığım filmlerim, deli müzik arşivim, fotoğraflarım ve hatıralar, okul projelerim-hatta mezuniyet tezim- vs... yok oldu. Beni ben yapan yolculuğun en önemli parçasıydı. Moralim çok bozuk.

Mayıs 05, 2011

Camdan müzik sesi geliyor, canlı performans, hatta tüm şarkılar tanıdık.

Eğer biri Şebnem Ferah tribute akşamı yapmıyorsa, bu gerçek bir Şebnem Ferah konseri. Büyük bir olasılıkla evimin yakınındaki özel bir okulda konser veriyor. Yürüyerek 3 dk. Parmağımı kıpırdatasım yok. Onun konserine de anca para verip gitmek yakışır bana. Uyuşukluğumdan kurtulamıyorum. Önceki yaşamımda kırlent olduğuma inanmaya başlayacağım nerdeyse.